Aşk İstanbul’da illaki birinin bir başkasına önünde diz
çöküp ellerini kavuşturup, “ben seni seviyorum” demesiyle ortaya çıkan
bir duygu değildir. Aşk; hiçbir zaman söylenemeyen, söylenemediği için
büyük olan, sevgilinin adını dile düşürmemek için sevgilinin adını
anmayan, Ve sevgilinin adını anmadan kendi dünyasında onu içinde
çoğaltan bir duygudur.
Misalini şöyle vereyim:
Leyla'ya diyorlar ki: “Leyla, Kaysmı seni
daha çok sevdi sen mi Kaysı daha çok sevdin? “ Leyla diyor ki: “Bu
soruyu sormanıza şaştım. Nasıl böyle bir soru sorarsınız? Elbette ben
onu daha çok seviyorum” “-Ama Leyla o senin için dağlara düştü, çöllere
düştü, vahşilerle düşüp kalkmaya başladı, aklını yitirdi senin için. Sen
nasıl onu daha çok sevdiğini söyleyebiliyorsun?” Bunun üzerine Leyla şu
cevabı verir: “O gitti bana olan aşkını onunla bununla paylaştı, ama
ben aşkımı şuracıkta (kalbimde) sakladım ve hiç kimseciklere söylemedim.
Şimdi siz söyleyin bakalım o mu beni daha çok sevmiş ben mi onu”. Böyle
söyleyince sevgilinin adını dillendirmemek gerektiği ortaya çıkıyor.
Şimdi sevgilinin adını dillendirmeden İstanbul’da yaşanmış bir aşkı size
anlatmak istiyorum:
***Mihrümah Sultan***
Kanuni Sultan Süleyman zamanında bir kız yaşardı bu şehirde.
Adı: mihrümah... Mihrümah; güneş ve ay demekti mihir güneşti, mah ay
idi. Babası Sultan Süleyman kızına mihrimah adını koyarken bir yanağı
güneş öbür yanağı ay gibi parlak olsun diye koymuştu.
Mihrümah büyüdü. 18-19 yaşına gelmişti. Sarayın entirkalarından
sıkılan Mihrümah o dönemde politik bir evlilikle Rüstem paşayla evlendi.
Rüstem paşa Mihrümahın ruhuna uygun bir damat olmamıştı. Ve Mihrümah
içine kapandı, sonra kendi varidatıyla, gelirleriyle İstanbul’da güzel
eserler yaptırmaya başladı. Bir gün Mimar Sinan ustayı çağırdı dedi ki
“usta benim için İstanbulda güzel bir yerde güzel bir külliye yap.”(
külliye bir yapı kompleksiydi; içinde okul, hamam, mektep, medrese camii
vb. bulunuyordu.)Ve bütün bu kompleksi Sinan: “Nereye yapayım
Sultanım?” dediğinde “Yerini sen seç” dedi Mihrümah. Ve Sinan Üsküdar’da
(bugün Üsküdar İskelesinin olduğu yerde, vapurların yanaştığı iskelenin
hemen ayağında) Sultan tepesinin yamaçlarını seçti. Mihrümah
külliyesini oraya yaptı. Mihrümah külliyesi o kadar zarif ve şehre
yakışmıştı ki Üsküdar İstanbul’un karşısında Mihrümah külliyesiyle
zenginleşmişti. Mihrümah külliyesi cidden çok güzeldi. Ve ondan sonra
Sultan tepesinin yamaçlarına yapılan bütün ahşap evler Mihrümahın
güzelliğine uysun diye özel bir mimari izinle yapıldı. (şöyle ki;
külliyenin arka planında kalan Sultan tepesine yapılacak evlerin pencere
ve kapı büyüklükleri normal boyutlardan 2/3 oranında daha küçük
yapılacaktı. Bunun amacı ise insanların pencere ve kapı alglaması aynı
olduğundan arkadaki evleri normal boyutta düşünmesini sağlayarak
külliyeyi ön plana çıkarmaktı. Kısacası Sultan tepesine bakanlar
Mihrümah külliyesini bir göz aldatmacasıyla 2/3 oranında daha büyük
görüyorlardı.)
Aradan yıllar geçti. Mihrümah yeniden para biriktirdi ve Mimar
Sinan ustayı yeniden çağırdı. Dedi ki: “Usta, benim için yeni bir
külliye yap” o zaman Sinan usta: “Nereye yapayın sultanım?” dediğinde
Mihrümah “Yerini yine seç seç usta” dedi. Ve Mimar Sinan İstanbul’un
yedi tepesinden en güzel, en yüksek olan tepeyi bugün ki Edirne kapısı
dediğimiz surların dibindeki tepeyi seçti. Ve oraya yine bir mescit, bir
mektep, bir camii, bir medrese, bir hamam, bir sebil, bir çeşme vb. bir
külliye yaptı…
***
Çok sonra Tanzimat yıllarında bir şair bir gün her iki külliyeyi
aynı anda görebileceği bir yerde durdu. Ve o zaman bir şeyi keşfetti.
Mimar Sinan iki külliyeyi öyle iki noktaya yapmıştı ki; birisi asyanın
birisi avrupanın birbiriyle kucaklaştığı bölgeye birbirlerini görebilen
mahalde o kadar uyumlu iki yere yapmıştı ki; sabahleyin nisan ve mayıs
aylarında Üsküdar’da ki Mihrümah külliyesinin iki minaresinin arasından
güneş doğarken Edirnekapı’da ki Mihrümah külliyesinin kubbesi üzerinden
ay batıyor. Akşamleyin Üsküdar’da ki Mihrümah külliyesinin kubbeleri
arasından ay doğarken Edirnekapı’da ki küliyenin kubbesi üzerinden güneş
batıyordu.
Kadının adı Mihrümah idi. Yani ay ve güneş. Ve Mimar Sinan öyle
iki yere iki külliye yapmıştı ki gök kubbenin altında binlerce yıl adını
andırabilecek bir güzelliği ona hediye etmişti aslında. Peki, neden
hayatında hiç kimseye (kanuniye bile) yapmadığı bu güzelliği Mihrümah
Sultana yapmıştı? Oda Leyla gibi aşkını kalbinde saklayıp sevgilisin
adını dillendirmeden yaşadığı aşkını böyle yaşatmak istemiş olsa gerek.
İskender PaLa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder